Başın Sağ Olsun

    Yağmurun ardından kalmış o tarifsiz rayiha… Toprak henüz ayrılmış ana rahminden. Üşütmeyen fakat iç ürperten hafif bir rüzgâr geçiyor yaprakların arasından. Çamura bata çıka yürüyor lacivert ceketli adam. Elinde bir demet papatya. Beyaz yapraklarında itişip duran yağmur damlaları. Bilinmezdir, bu neyin kavgası? 

    Bu toprak âlemini bir duvak gibi süslemiş beyaz mermerler. Son bulmuş hayatların suskun öyküleri. Doğum – ölüm tarihleri. Kim bilir neler bağırıyor bu kısa çizgi? Hangi acılar gömülü, hangi yaşanamamış hayaller örülü, hangi sevinçler, hangi özlemler, hangi sevişler?.. Bir zamanlar yaşandığı bilinen hayatların ardından kalan bilinmezlikler dışında başka hiçbir gerçek görülmüyor.

    Lacivert ceketli adam, yavaş adımlarla yürüyor. Bazı durup bir mezar taşına saatlerce bakıyor. Kendince hikayeler kuruyor, doğru hikâyeyi bilmeksizin.

    Hemen yanı başındaki mezardan kendisine doğru gözü yaşlı bir ihtiyar yaklaşıyor. Lacivert ceketli adamın elindeki çiçeğe işaret ederek, ‘’ başın sağ olsun, oğlum’’ diyor. Oysa bir kaybı yok lacivert ceketli adamın. Papatyaları nereden ve ne zaman aldığını hatırlamıyor, neden aldığını da. Şaşkınlık hâli içinde ‘’ sağ olun’’ diyor. Gözlerini elindeki çiçeklere indirerek demeti sıkıyor, içinde derin bir acı hissediyor. Başını kaldırıyor, ihtiyar yok. Kaşları çatık gözleri donuk yürümeye devam ediyor.

    İçinde yankılanan o ses, ‘’ başın sağ olsun, oğlum’’ her adımında içine işliyor. Bunca zaman boyunca verdiği hiçbir kayıpta etkilenmemiş olmakla beraber bu temenniye neden bu kadar içerledi hayret ediyor. Bu sefer kendi kendine tekrar ediyor. ‘’ Başım sağ olsun!’’ 

    Yolu yedinci adaya vardı. Ayaklarında bir geri çekilme hissediyor. Bu isteksiz adımlar ruhunu huzursuz ediyor. Bir yandan çekilen vücudu bir yandan da itiliyor. Kuvvetli bir çarpışma beynini zonklatıyor. Nefes alışverişleri sıklaşıyor. Göğsü daralıp damağı kuruyor. Düz bir yolda yürümek hiç bu kadar hengâmeli olmamıştır. Anlam veremiyor.

    Adımları ile verdiği çetin mücadelenin ardından bir mezarın başında biraz nefes almak için duruyor. Yüzünden terler akıyor. Beyni sımsıcak. Ölüyor mu yoksa? Hayır. Beklenmedik bir gerçeğe hazırlıyor onu, ruhu ve vücudu. Bir mezar, önünde bir mezar. Başını kaldırıyor. Gözlerine bir ok saplanıyor. Cehennem ateşi başında yuva oluyor. Kımıldayamıyor.

HÜMEYRA SÖĞÜT 

11.01.1947- 23.10.1977

    Hümeyra Söğüt! Hümeyra! Dizlerinin üzerine düşüyor adam. Titreyen elini toprağa sürüyor. Hümeyra! Dudakları kıpırdayacak oluyor, konuşamıyor. Mezar taşıyla toprak arasına iliştirilmiş bir kâğıt ilişiyor gözlerine. Dışarda kalan kısmı ıslanmış, elinde kalıyor. Toprağı eşeliyor nazikçe. Toprağa bulanmış kâğıdı açıp okumaya başlıyor.

 ‘’ Papatyaları getirdiğin gün huzur bulacağım sevgilim. Ruhum daima senin. ‘’ 

    Lacivert ceketli adam şimdi anlıyor. Ve bu kez o kısa çizginin arasındaki hikâyeyi biliyor. Papatyaları toprağa ekip bilinmeze karışıyor… 

    Şimdi o mezarın başında yalnızca bir lacivert ceket vardır.