BİR CAN KAÇ ÖMRE BEDEL?

Batmak üzere olan güneşin son ışıkları sızıyordu pencereden. Bir yandan da vücudu hafif bir ürpertiyle titreten meltem misafir oluyordu odalara. Ağır ağır uçusan beyaz tüller tıpkı bir hayalde savrulan bedenlere benziyordu: hafif ve kıvrak... Elinde kalemi kâğıda uzun uzun bir şeyler yazan kadın ara sıra başını masadan kaldırarak camdan dışarı bakıyordu. An an gözlerini kapatarak odaya giren rüzgarın tenindeki dokunuşlarına kulak kabartıyordu. Durgundu. Bakışlarındaki donukluk ona hem maziden hem de âtiden bir şeyler fısıldıyordu. Ansızın dökülen gözyaşları büyük bir hayal kırıklığından geri kalanlardı. Tutulamayan... Derin derin nefesler alıyordu, verirken sanki göğsü yerinden çıkacakmışçasına sancıyordu. Bu dünya üzerindeki büyük ve ıssız acılar nefeslerimize düğümlenmiş birer mahşer tortusuydu. 

Vakit biraz daha geçmişti. Artık güneşin, günün esamesi okunmuyordu. Elinden kalemi bırakan kadın odadan çıkarak gözden kaybolmuştu. 

* * *

Ansızın bitip geride kalan hayatlar gibiydi geride kalan masanın insan üzerinde bıraktığı iz. Toplanmamış kâğıtlar... Öylece bırakılmış dolma kalem... Dumanı hâlâ üzerinde duran yarım bardak çay... Her an oturulmaya hazır hafifçe dönük sandalye... İşte, hakikatte de her şey yarım kalmış bir andan ibaret değil midir? Bir gün öylece, usulca ölecekken... Hiçbir şeyi tam istediğimiz gibi olduramayacakken...

* * *

Gecenin ilerleyen saatlerinde odanın bir misafiri olmuştu. Uzunca bir gölge belirivermişti önce. Hemen arkasından da kendisi. Üşümüş olan vücudunu ısıtmaya çalışarak açık duran camı hızlıca kapattı. Avuç içlerine nefesini üfleyip ellerini ovuşturdu, silkelendi. Tam geri dönerken masaya düşen nazarlarına esir düşerek öylece bırakılmış kâğıtlara önce tereddütle baktı. Başını öteye çevirdiği hâlde gözleri bir ok gibi saplanmıştı masaya. Dayanamayıp karıştırmaya başladı. 22 Temmuz'a tarihlenmiş bir kâğıt ayaklarının önüne düşüverdi. Eğilip aldı. Önce yazının güzelliği dikkatini çekmişti. Ardından kendine de hakim olamayarak önce harfleri sonra kelimeleri sonra cümleleri okumaya başladı. 

* * *

''En yüce duyguların ruhumu asilce titrettiği zamanlarda ben ne kadar da bahtiyar idim. Solgunluk simamın haritasını değiştirmemişti henüz. Aynaya baktığım vakit gördüğüm yüzü yabancılamazdım kendime. Tıpkı güneş gibi her gün yeniden doğar idim ben. Umut, hazanda bile dökülmeyen ebedi bir bahar şarkısıydı bende. Gülüşlerim, ilk mektep çocuklarının teneffüslerde oyun hevesleriyle cıvıldaşan seslerinin bahçelerdeki heyecanı gibiydi. Ne güzel günlerin yolcusuydum ben, bu hazin sevdaya tutulmadan önce hoş kokulu çiçeklerin refikasıydım ben...

Şimdiyse sabahları hiç tanımadığım bir yüzle karşılaşıyorum. Ruhum cehennem çukurlarını andıran ıssız dikenlerle kaplı. Gülmek bana yabancı. Umut, artık hayalini bile kuramadığım beynimi zonklatan kırbaç... Derim kurtçukların günden güne kemirdiği habis bir mezar. Beni görenin vebalıymışımcasına benden kaçtığı şu günlerde ben de kendimden kaçıyorum aslında. Ben daha vicdanımın sorularına bile cevap veremezken... Bir hiç uğruna hiç ettiğim bahtımın hesabını veremeyeceğimden kuşkum yokken ben sadece ölüp ölüp diriliyorum. Tüm bunlarla birlikte dimağımda kurumuş yetim bir soru: '' Ah sevda! Bir can kaç ömre bedel?''

Yorumlar